Geçen yıl Kiev’e doğru gelen Rus tanklarının palet sesleri yaklaştıkça irili ufaklı bir çok Avrupa ülkeleri haşmetli Kızılordu’nun gücünü hatırlayarak titremeye başladılar.
Rusya’nın devlet başkanı da zaten bir Kızılordu istihbaratçısı ve Orta Avrupa’da başta Almanya olmak üzere tüm ülkeleri çok iyi tanıyan Wiladimir Putin idi. Hal böyle olunca bir çok Avrupa ülkesi kendi güvenlik politikalarını tekrar gözden geçirmek zorunda kaldı.
Finlandiya ve İsveç NATO’ ya girmek için geçen yıl müracaat ettiler. NATO’nun kurucu ülkelerinden olan ve uzunca bir dönem özellikle Avrupa’ya ciddi bir güvenlik şemsiyesi açan ittifak, Rus saldırganlığı karşısında cazibesi daha çok arttı. Stock- holm ve Helsinki hükümetleri NATO için başvurularını yapın ca dosya Türkiye’nin de önüne geldi. Türkiye ise bu iki ülkeye bazı şartlar ileri sürerek ülkele-rindeki Türkiye karşıtı yapılara izin vermemelerini istedi. Finlandiya bunu ciddi anlamda yerine getirip “Türkiye’nin çekincelerine saygı gösteriyoruz” diyerek yeni düzenlemelerine giderken, İsveç Erdoğan maketlerinden Kuran-ı Kerim’e kadar bir çok rezaletin ülkesinde ortaya çıkmasına göz yumdu. Son NATO toplantısında Türkiye Finlandiya’ya geç, İsveç’e dur dedi.
Finlandiya NATO’nun 31. üyesi olarak elbette ittifaka güç kattı. Silah altındaki muvazzaf 23 bin asker ve 280 bin yedek ile Finlandiya’nın NATO üyeliği Rusya’ya büyük bir darbe (!) vurulduğunu söyleyen ittifak yetkililerinin bu düşüncelerini oldukça traji komik buluyorum. Sırada İsveç var. Ne yani onlarda bir 23 bin asker getirseler NATO biraz daha mı güçlenecek. NATO bilmem şu kadar asker ile güçleniyor ama ABD’den sonra en önemli askeri güç olan Türkiye hesaplarına gelmeyince tamamen yok sayılıyor.
Rakamlar sembolik belki ama NATO’nun, daha doğru ifadesiyle ABD’nin, Rusya’nın batısında ve güneyinde bir çember oluşturma çabası ciddi. Güneyde Gürcistan ve Ermenistan’a göz diken NATO, bu iki ülkeyi de saflarına katabilirse, Rusya’nın Avrupa’ya ve Akdeniz’e bakan sınırı, ABD, İngiliz ve Alman silahlarıyla kuşatılmış olacak.
Konu aslında ittifakın güçlenmesinden çok Rusya’nın etrafın daki stratejik yayın biraz daha daraltılmasıdır. Son 20 yılda NATO genişle mesinin Rusya üzerindeki baskısını anlamak için dünya haritasına NATO’nun genişlemesine bir on dakika bakmak yeterlidir.
Rusya da biliyor ki 23 bin oradan, 24 bin buradan kara kuvveti ve 500 oradan, 600 buradan tankla Rusya Federasyonu’na zarar vermenin imkanı yok. ABD ise başka topraklara kendi askerinin ayağının değmesini kendi eliyle “kabul edilemez” hale getirmiş bulunuyor. Dünyanın başka ülkelerinde başkalarının savaş masını isterler.
Rusya’nın korkması gere ken tek ülke Türkiye’dir, ancak 20 yıldır Rusya’nın bundan korkmasının yersiz olduğunu ortaya koyan bir siyaset izliyor Türkiye.
Sanırım artık tüm Rus askeri ve güvenlik bürokrasisi bunu çok iyi anladı. Geçen hafta Moskova’ da Rusya’nın ev sahipliğinde Suriye ve İran’ın da katılımı ile dörtlü ilk toplantı yapıldı. Türkiye’nin barış dilinin anlaşılması çok önemli.
Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov önce Ankara’ya gelecek ve devamında Şam ile Tahran’ı ziyaret edecek. Yakında dörtlü dışişleri bakanları zirvesinin yapılması ümit ediliyor. Savunma bakanları zirvesinin ardından bu dışişleri bakanları zirvesi Suriye’nin içine düştüğü çıkmazdan kurtulması için şart olan liderler zirvesinin önünü açacak. Ankara - Moskova trendi için şimdi öç alma zamanı. Taraflar komşularının önemini şimdi anlıyor.
Rusya ve Suriye, ülkedeki barışçıl, ılımlı muhalefet ile anlaşmalı. Ülkenin geleceğini tehdit eden asıl unsurun, ABD eliyle ülkenin bölünmesi olduğunu anlamalıdır. Türkiye’deki seçimin Esad açısından hiç beklemediği sonuçları olabilir. Türkiye elbette Suriye’den tamamen çıkacaktır. Ancak ABD’nin baskısıyla, zamansız bir geri çekilme kararı, Suriye’de üç devletin birden kurulması anlamına gelecektir. Şimdi Lavrov elini çabuk tutmak ve Beşar Esad’ı ikna etmek zorunda.
Finlandiya dersini aldı, İsveç hala anlamıyor. Esad ise olup bitenlerden çok hızlı bir ders çıkarmalıdır.